"Karl Marx’a methiye düzmek, Hun imparatoru Attila hakkında olumlu konuşmak kadar tuhaf gelebilir. Marx’ın düşüncesi, diktatörlüklerden, toplu katliamlardan ve ekonomik yıkıntıdan sorumlu değil miydi? Teorisinden çalışma kamplarına ve Stalin ismiyle bilinen Gürcistanlı paranoyak bir köylüye tapmaya doğrudan bir yol çıkan bir adamın lehine herhangi bir şey söylemek mümkün müdür? Yine Marx’ın diğer bir talebesi olan Mao, modern tarihin muhtemelen en büyük kitlesel kıyımından sorumlu değil miydi?"
Terry Eagleton'ın Marx’ta kendisini büyüleyenin ne olduğu sorusuna verdiği cevap için tık.
"Sosyalizm, maddi kaynaklar, demokratik kurumlar, gelişen bir sivil toplum ve aydınlanmacı liberal geleneklerin yanı sıra iyi eğitimli ve bilinçli bir işçi sınıfını gerektirir. Şayet halk açsa, eğitimsizse ve diktatörler tarafından yönetiliyorsa, bütün bunların olmasının olanağı yok demektir. Tabii ki böyle uluslar da, Rus Bolşeviklerinin yaptığı gibi sosyalist yolu seçebilirler. Ancak başarılı olmaları için, zengin ülkelerin onların yardımına koşması şarttır." Bu düşünme biçiminin arkasında bir çeşit oryantalizmin saklı olduğunu düşünüyorum. Yani şöyle demeye varıyor bunlar aslında: siz yeterince gelişmediniz, aman sosyalizme filan bulaşmayın, yüzünüze gözünüze bulaştırırsınız, vakti gelince biz size sosyalizmin kuruluşu konusunda yardımcı oluruz, hazırlayacağımız uyum yasalarını meclisinizden geçirirsiniz. Tarih çizgisel bir seyir izlemiyor. Kapitalizm de ondan önce gelen uygarlığın en gelişmiş olduğu doğudaki merkezlerde değil "geri kalmış" batıda, bir zorunluluğun ürünü olarak doğmuştu. Hatta sosyalizmi kuracak sınıfın "iyi eğitimli ve bilinçli" burjuvazi değil işçi sınıfı olduğunu söylerken Marks da bu "eşitsiz gelişim"in farkındayı. Lenin ise ezilen ulusların dar bir işbirlikçi azınlık dışarıda tutulursa ulusça işçi sınıfına dönüştüğünü, batılı ülkelerin işçileri tarafından da sömürüldüğünü gördü ve buna uygun bir devrim stratejisi izledi. Mao da. Yani geri kalmış doğuda sosyalizm olmaz demek, burjuvazinin insafa gelip sosyalizmi kurmasını beklemek gibi bir şey.
YanıtlaSilYazarın ikinci yanlışı ise Lenin'i (Stalin yani [Atatürk hakkında susup İnönü'den dem vurmak]) ve Mao'yu Marks'tan ayırıp Marks'ı bir etikçiye dönüştürmek, onu geçtiğimiz yüzyılda gerçekleşen devrimlerden ve onların sonuçlarından bağışık tutmak. Marks'ın bir şablon vermediği söyleniyor, şablon değil tabii ama proleterya diktatörlüğü fikri Marks'a aittir. Hatta Marks'ı kendisinden önce gelen ütopyacı düşünürlerden ayıran şey, bizzat Marks'ın söylediği gibi, sosyalizmin nasıl kurulabileceği üzerine düşünmüş olmasıdır. Öncülük, Örgütlenme, Devlet aygıtı Marks'a göre de bir zorunluluktur. Lenin'i "tepeden inmeci" bulup onun karşısında "sivil toplumcu" bir Marks portresi oluşturmak sık karşılaştığımız bir şey. Lenin'deki yönteme ilişkin bir çok fikrin Marks'ta öncülleri bulunmaktadır. Kaldı ki Marksizm, modern topluma ait değerleri, vaat edip yeterince gerçekleştirmediği için, yine modern topluma karşı savunan bir etik olsaydı sistemin semptomu olurdu sadece. Ted Kaczynski’den bir alıntıya başvuralım: “Aşırı toplumsallaşmış tipte bir solcu, isyan ederek, psikolojik tasmasını çıkarmaya ve bağımsızlığını ilan etmeye çalışır. Ancak, genelde toplumun en temel değerlerine isyan edecek denli güçlü değildir. Genel olarak konuşursak, bugünün solcularının amaçları, kabul edilen ahlakla çatışma içinde DEĞİLDİR. Tam tersine, sol, kabul edilmiş ahlaki bir prensibi alarak kendisininmiş gibi benimser ve sonra da toplumu bu prensibe uymamakla suçlar. Örnekler: Irklar arası eşitlik, cinslerin eşitliği, fakirlere yardım etmek, savaşa karşı barış, genel olarak şiddet karşıtlığı, ifade özgürlüğü, hayvanlara iyi davranmak. Daha da temelde, bireyin topluma hizmet etme görevi ile toplumun bireye bakma görevi. Tüm bunlar, uzun zamandır toplumumuzun (ya da en azından orta ve üst sınıfların) kökleşmiş değerleridir. Bu değerleri iletişimsel medya ile eğitim sistemi tarafından bize sunulan materyallerin çoğunda, açıkça veya ima edilerek ifade edilmişti veya koşul olarak öne sürülmüştü. Solcular, özellikle de aşırı toplumsallaşmış tiptekiler, bu prensiplere başkaldırmazlar ancak topluma karşı düşmanlıklarını, (bir derece haklılık payıyla) toplumun bu ilkelere göre yaşamadığını iddia ederek haklı çıkarırlar.”
Son olarak büyük umutlarla birlikte büyük yıkımları da getiren bir fikrin bir insanın düşünme eyleminin sonucu olabileceği düşüncesi yazara kaygı veriyor olmalı. Marks'ın kendisine sorabilseydik geçtiğimiz yüzyıldaki devrimlerin sorumluluğundan kaçınır mıydı?
YanıtlaSilsevgiler.