Felseferteleme
Felsefe ile erteleme arasında sıkı bir
ilişki var. “Erteleme” ister istemez
bir “suskunluk”, bir “bekleme” yaratır;
ancak bir “duraksama” değil.
Bekleme ile duraksamayı birbirinden
ayırmak için basit bir örneğe başvurabiliriz:
Gündelik hayatta karşımıza
çıkan şaşırtıcı bir durum karşısında
gayriihtiyari bir duraksama yaşarız;
ancak modernliğin gereği olarak bu
durumu savuşturmaya çalışırız. Oysaki
“bekleme” daha bilinçli bir adım.
Meselemize geri dönelim: Descartes’ın
meşhur formülündeki dolayım,
o “önemsiz” orta terim (düşünüyorum
“o halde” varım) ertelemenin basit
bir görünümüydü. Hegel, “Minerva’nın
Baykuşu alacakaranlıkta uçar”
derken tam da böyle bir ertelemeden,
günün sonuna dek beklemekten söz
ediyordu. Bu bekleme, Wittgenstein’da
üzerine konuşulamayan şeyler
hakkında “susma”yla sonuçlanmıştı.
Hatta Avusturyalı suskunluğu bir sınır
olarak kurmak zorunda kalmıştı.
Heidegger ertelemeyi öyle bir boyuta
taşıdı ki, sonunda felsefenin kendisini
erteleyip suskunluğa havale ederek
şiiri felsefeye bir model olarak önermişti.
Zaten açık olan kapıyı tekmelememek
için Derrida’dan söz etmiyorum
bile. Peki ya Lacan’ın “mantıksal
zaman” dediği tam da böyle bir ertelemenin
kavramsallaştırılması değil
mi? Tarihinin başından bu yana,
konuşma/söz (logos) ile felsefeyi öylesine
koparılmaz bir bağ içerisinde
düşündük ki, sözün kendisini imkânlı
kılanın bir sessizlik, suskunluk hali
olduğunu unuttuk sanki. “Başlangıçta
söz vardı.” Bir an için bu meşhur
ifadenin önüne geçmeye çabalayalım.
Peki sözden önce? Kısacası, felsefe
yapmak için hep beklemek gerekir;
mesele daha ziyade “ne kadar” bekleyeceğimizi
çözmek.
Utku Özmakas, Kampfplatz dergisinden.
durumu savuşturmaya çalışırız. Oysaki
“bekleme” daha bilinçli bir adım.
Meselemize geri dönelim: Descartes’ın
meşhur formülündeki dolayım,
o “önemsiz” orta terim (düşünüyorum
“o halde” varım) ertelemenin basit
bir görünümüydü. Hegel, “Minerva’nın
Baykuşu alacakaranlıkta uçar”
derken tam da böyle bir ertelemeden,
günün sonuna dek beklemekten söz
ediyordu. Bu bekleme, Wittgenstein’da
üzerine konuşulamayan şeyler
hakkında “susma”yla sonuçlanmıştı.
Hatta Avusturyalı suskunluğu bir sınır
olarak kurmak zorunda kalmıştı.
Heidegger ertelemeyi öyle bir boyuta
taşıdı ki, sonunda felsefenin kendisini
erteleyip suskunluğa havale ederek
şiiri felsefeye bir model olarak önermişti.
Zaten açık olan kapıyı tekmelememek
için Derrida’dan söz etmiyorum
bile. Peki ya Lacan’ın “mantıksal
zaman” dediği tam da böyle bir ertelemenin
kavramsallaştırılması değil
mi? Tarihinin başından bu yana,
konuşma/söz (logos) ile felsefeyi öylesine
koparılmaz bir bağ içerisinde
düşündük ki, sözün kendisini imkânlı
kılanın bir sessizlik, suskunluk hali
olduğunu unuttuk sanki. “Başlangıçta
söz vardı.” Bir an için bu meşhur
ifadenin önüne geçmeye çabalayalım.
Peki sözden önce? Kısacası, felsefe
yapmak için hep beklemek gerekir;
mesele daha ziyade “ne kadar” bekleyeceğimizi
çözmek.
Utku Özmakas, Kampfplatz dergisinden.
140 Vuruşta Gezi Direnişi videosunda gördüm, @DejaNoir yazmış: "o kadar haklıyız ki, aklımı oynatıcam haklılıktan"
YanıtlaSil