[ Şairlik hayatımın ilk mahalle kavgasını, Haziran 2009’da eskiden kendime arkadaş saydığım şair Serkan Işın’la yaptım. Kendimi bile şaşırtacak kadar cesur sözler söyledim, insan bir kavgaya kendini kaybederek tekme tokat nasıl girişirse öyle giriştim, bir savaş ilanı bile yazdım, hiç pişman değilim. Bu kavga sırasında Serkan Işın’ın bana söylediği tek doğru söz, benim önce öfkemi yenmem gerektiği idi, şimdi öfkemi yenmiş olarak bu notu yazıyorum. Toz duman kalktı, peki ben niye o kadar kızdım? ] [ Serkan Işın, alıntıların-kopyala/yapıştır’ların yarattığı bir söz dumanı arasından konuşur hep, Tüğün’deki gibi, olsun, nasıl istiyorsa öyle konuşsun, bu beni ilgilendirmez. Ama şurası çok açık, Işın, bütün flux aşıkları gibi sonu seçkinciliğe varan bir çizgi izliyor, Marinetti gibi, Henri Gaudier-Brzeska gibi. Bunun için de kılımı bile kıpırdatmam, poetikhars’da ilk Engin Ardıç alıntısını gördüğümde seçkinciliğin hiçbilmezlikle de buluştuğunu görüp kararımı vermiş, poetikhars’ı izlemekten vazgeçmiştim, bu vazgeçişin görsel şiirle hiçbir alakası yok. Görsel şiiri ben extramücadele’den takip ediyorum, orası adı görsel şiir olmasa bile, bana daha önemli ve ilham verici geliyor. Serkan Işın’ın bu kavgayı çıkaran [ onun deyişiyle ] 3 Lümpen videosu ile ilgili, eğer şiirin içinde kalan bir kızgınlığım olsaydı, ona belki çok sevdiği Tarantino’nun Pulp Fiction’ındaki otomobil içinde geçen uzun konuşmalı sekansı hatırlatmakla yetinir, biraz da kitsch ve camp üstüne ahkâm keser, niye kendi kitsch’ini bir malzeme olarak görmediğini sorardım. Öyle ya, o çok sevdiğimiz batılı sanatçılar burada yaşasaydı, bu malzemelerden neler neler çıkarmayacaklar mıydı? Demek ki öfkem, şiirin içinden beslenmiyor. ] [ Öfkem, Serkan Işın’ın bakışındaki sevgisizlikten besleniyor. Bütün bir kültüre karşı nasıl böyle aşağılayıcı olunabiliniyor? Bu, bir. Hem öteki fikrini kuramlarına narekşisi olarak kullanacaksın, hem de önüne çıkınca onları g.tü b.klu torbacı yamakları olarak göreceksin, bu nasıl oluyor? Eleştiri olsa susarım, ama horgörü benim otobüste olsa siz kimsiniz lan vicdansızlar diye kendimi kaybetmeme yol açan bir şey, tutamam kendimi. İkinci neden, bence en önemli neden de şu: biz daha önce doğanların yaşadığı her şeyin hiçbilmeyenler tarafından yeniden yazılması, tarihin tanınmayacak hale getirilmesi, tıpkı o çok eleştirilen Stalin dönemindeki gibi, buna dayanamıyorum. İşte Serkan Işın’ın sözkonusu notundan örnekler: “Bizden önceki kuşakların ellerini bile sıkmadan kenara itip [ ? ], haklarında atıp tuttukları bu sınıfların [ ? ] ortaya çıkardığı şiir işte böyle bir şey olsa gerek”... “Ey Türkiye insanı! Şiiri eğer böyle birşey zannediyorsan [ ? ], daha çok ütülmeye devam edeceksin [ ? ] bu alemde! Titre ve kendine gel! [ ? ]”...” Ey Solcular ya da kendine solcu süsü vermeyi sevenler, ey sağcılar ve muhafazakarlar ve gericiler ve bürokrasiciler, ey lümpen daşşağından damlayan herşeye aşık halkçılar! [ ? ] Buyrun eseriniz [ ? ]”... İşte ben bunun adına, Yalçın Küçük’ten ödünç alarak hiçbilmezlik diyorum, g.u.t düşkünlüğü, g.tten uydurulan teoriler... Bir de yanına şahit olarak Nâzım’ı ve onun 835 Satır şiirini alınca ( sanki Nâzım solcu değildi, halkçı değildi ) kendimi kaybetmişim, olay bundan ibaret. ] [ Serkan Işın, bilmediği - anlamadığı şeyleri tıpkı bir köşe yazarı gibi sömürmeyi çok seviyor. Hadi köşe yazarı para kazanacak, her gün yazmak mecburiyetinde, peki Serkan bunları niçin yapıyor? Görsel Şiir her derde deva bir Tanzimat buluşu mu? Yoksa bir din mi? ] [ Savaşı şundan ilan ettim: herkes istediği şiiri yazsın, o şairin bileceği bir iş, ama iş yanına Engin Ardıç’ı, Ahmet Kekeç’i, Atilla Yayla’yı, Yasemin Çongar’ı, Ahmet Altan’ı, Neşe Düzel’i filan alıp bizlere ahkâm kesmeye varacaksa, orada bir savunma da şairlerden gelecektir. İçinde hareket ettiğiniz zemin Türk Şiiri, Türk Şiiri’nde şairler savunmayı iyi biliyor, atalarımızdan öğrenmişiz, bir çeşit ata sporumuz bizim savunma. Kusura bakma Serkan Işın. ]
Fayrap, Ağustos 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder