22 Nisan 2011 Cuma

Sağol Enis Batur, beni tarihin çöplüğüne göndermeyen bir sen kalmıştın.

“Gün geçmiyor ki bir garipliğimiz daha yaşanmasın”, biri daha beni ya da alnına silinmez deneysel damgası vurulan genç şairleri tarihin çöplüğüne atmasın. Ben bu tarihin çöplüğü denen yeri çok merak ediyorum, bakalım orada benimle beraber kimler olacak, orada kimlerle yarenlik edeceğim, orada nasıl vakit geçireceğim, sanıyorum eğlenceli bir yer olacak. Enis Batur’un da bugün [21.04.2011], Cumhuriyet gazetesi kitap ekinde bu yolda bir yazısı var( * ), ama tabii yine yüksek klasını konuşturmuş, tarihin çöplüğü klişesini kullanmamış, onun yerine şöyle demiş: Dönemler gelir geçer. Hep öyle olmuştur. Geride pek çok meçhul asker mezarı bırakırlar. Aslında ben çöplüğü tercih ederim, sanıyorum mezardan daha eğlenceli bir yer orası, en azından kıpırdama imkanı var, geniş bir mekan. Bu dediğim, yazının en son paragrafı.
En başında ise yazı, Enis Batur’un yabancı dilde okuduğu kitap isimleriyle açılıyor. Enis’in ne kadar bilgili yüce bir şahsiyet olduğunu bilmeyen yok, dalga geçmiyorum, hatta ben onu tanımadan önce tanışmaktan korkardım, sanki 100 ciltlik bir ansiklopedi beni sorguya çekecek sanırdım, tanışınca baktım, o da bir insanmış, ancak o zaman zihnimde şiirine bir kapı açabildim, öyle ya insan bir ansiklopedinin yazdığı şiire niye ilgi duysun, ben insanların yazdığı şiire ilgi duyarım, baktım gücüyle güçsüzlüğüyle bir insan çıktı karşıma, şiirini ancak o zaman okuyabildim. Enis, dönüyor dolaşıyor, yazının sonunu şöyle bağlıyor: Heves’i, Mahfil’i, Güntan ve benzerlerinin ürünlerini izlerken, sık sık, arkalarındaki evrensel ve yerel deponun içeriğinden geniş ölçüde bihaber oldukları duygusuna kapılmadan edemedim - umarım yanılmışımdır. Enis’cim, bu önlemli tedirgin cümleler, yani sık sık.... geniş ölçüde... kapılmadan edemedim... umarım..., bunlar sana yakışmıyor, sen koskoca Enis Batur’sun, cahilsiniz de geç, korkma. Sonra bizim senin gibi bütün dünya edebiyatını bir bulut gibi çepeçevre sarma-kuşatma iddiamız yok, biz şairiz, edebiyat kurdu değiliz, derdimiz başka bizim, bir cahilliğimiz varsa affet, bir buluşmamızda anlatırsın-öğretirsin, dinlerim, ben öğrenmeyi çok severim. Son buluşmamızda Son on yılda ‘Göğe Bakma Durağı’ gibi on şiir sayabilir misin diye sormuştun, ben sayabilirim de, anlaşılan o ki sen benim saydıklarımı kabul etmezsin, hem sonra Göğe Bakma Durağı kaç yılda bu kıvama geldi sen benden iyi bilirsin, 50 yılda. Halbuki [50 yıl sonra anılacak] bu on şiiri bugünden sen sayabilseydin ne güzel olurdu, yüksek klasına ne kadar uygun düşerdi, son on yılı kucaklıyor olmak sana daha çok yakışmaz mıydı? Bilmiyorum galiba kafanda kendine planladığın yaşlılık gerçekleşmedi, bir şey oldu, sen de ikide bir bunlar yeni değil, ben bunlardan daha yenisini yıllar önce yapmıştım, bunlar arkalarındaki depodan habersiz diyenlere katıldın, habersiz olsak ne yazar, gelen çağı görmüyor musun, dünya 1990’lardaki dünya değil, bunun geri dönüşü yok, bunu anlamıyor musun? Gel bunu anla artık, benim çöplükte senin gibi bilgili arkadaşlara ihtiyacım var. 



 ( * ) Okumalar / Michel Tournier'ın 'Dışrak Günlük'ünü bitirdim, Le Vent Paraclet'den ilerliyorum. 'Extime', Fransızcada olmayan bir sıfat, oysa 'dışrak' bizim dilimizde var, öyleyse daha iyi bir karşılık aranmalı. 'İntime'le zıtlaşmak istemiş yazar, içini döken bir günlük tarzına mesafeyle yaklaştığını göstermek, başlıktan duyurmak istemiş. (Tournier'nin, 'ben edebiyatı' yaptığı gerekçesiyle Proust'a içerlediğine değineli çok olmadı). / Çağırıcı bir yan var o başlığın. Üstüne üstlük, sözde 'ben'ine ayna tutmak istemiyor ama, bunu olsa olsa bir maske takarak yapıyor: Baştan uca, onun perspektifine kilitli günlük yazısı, ara sıra yadırgatıcı bulduğum nergizsemeler (bu da bizim dilimizde henüz görülmemiş bir sözcük) fırlıyor sayfaların arasından: Evini kaç devlet başkanının ziyaret ettiğinin altını çizmesi, Mitterand'ın gelişlerinden söz ediş biçimi itici göründü bana. Gene de, ikide bir söylüyorum, cins yazar Tournier. Kendime yakın bulmasam da, yazdıklarını keyifle, beslenerek okuyorum - Journal Extime'i de o duygu ve düşünce alaşımı içinde tamamladım. / Le Vent Paraclet'nin ikinci bölümü Le Roi des Aulnes üzerine kurulu (kitap zaten kendi kitapları üzerine kurulu). Orada, Bach'ın Füg Sanatı'ndan etkilendiğini yazdığı sayfaları üst üste iki kez, hoş bir şaşkınlıkla okudum. Bu bilgiye (bilgi sayılırsa tabiî) Acı Bilgi'yi yazarken sahip olsaydım, selamımı çakardım. Şimdi çakıyorum. / Cortazar'ın Omar Prego'yla söyleşilerine başka bir ayrıntının peşi sıra dönmüştüm aslında, şiirle ilgili bölümü yeniden okudum - arada Salvo el Crepuscelo'yla tanıştığım için gereksinme duydum buna. Oradan, Son Raund'a sıçradım. Ayşe Nihal Akbulut, 'permutation'a karşılık olarak 'devşirilen'i kullanmış, doğru değil bu eşleştirme: 'Yerdeğiştirim' denmeliydi. Queneau'ya adanmış o metin Oulipo oyunlarına göndermelerle ilerler. Kaldı ki, Prego'yla söyleşisinde açıklık getiriyor iyice, o metne. Yan yana okunmaları sağlama yapmayı kolaylaştırıyor. / Cortázar'ın şiirlerini de, şiir yazmasını da yadırgamış çevresindeki ve uzağındaki edebiyatçılar. Aralarından, 'patetik kötülük'te bulanlar bile çıkmış. Bir Güney Amerikalı tutuculuğu buluyor o yaklaşımda Cortázar, çoğunun onaylamadığını sessiz kalışlarından anlıyor. Söz konusu tutuculuğun, yaşamöykü yazımında doruğa çıktığını söylüyor bir başka söyleşi seansında - başka şey bana kalırsa. / Tavrın, Güney Amerikalılara özgü olmadığı kanısındayım. Önce ve ağırlıklı olarak nasıl tezahür etmişseniz, o rafa yerleştirilirsiniz. Aldırmaz, farklı yazın türlerine açılırsanız, Camus'ye değinmiştim, yargılar da bölünür, sonuçta hiç yazmamış olmanızı dilemeye dek götürürler insafsızlıklarını. / Gelgelelim, her şeyi en iyi siz yapıyorsunuz, yapacaksınız diye bir karşıkural da koyamazsınız. Cortázar, keşke şiirlerini savunmasaymış! / Bu bir yana, 'permutation' uygulamaları gerçekten de oyun düzleminde kaldı çoğu kez. Queneau, Perec, Matthews ilginç yoklamalar yaptılar şüphesiz; Renga kitabı hoş bir uygulamaydı - ama Roubaud'yu ayırırsak, Şiir'e asal bir yol çıkmadı buradan. Mallarmé'ye dek indirmiş çizgiyi Cortázar, bana kalırsa bir zorlama çabası. Yeni Roman konusunda söyledikleri, aynı dönemin deneysel şiir arayışları bağlamında da geçerli bulunabilir. Ne yazık ki tek söyleşi kitabı bu, Cortázar'la yapılan; partöneri bir gazeteci eninde sonunda, yazınsal açıdan yeterli denkliği sağlayamamış, hamle yapmaya doğal olarak çekinmiş. Aynı durumla, Octavio Paz'ın söyleşi kitabında da karşılaşmıştık. Bizim, son dönemde ortaya çıkan genç şairlerimizin deneysel arayış içinde olanları, daldıkları sahayı yeterince tanıyorlar mı? Sözgelimi, 'permutation' sorununa eğilen oldu mu aralarında? Heves'i, Mahfil'i, Güntan ve benzerlerinin ürünlerini izlerken, sık sık, arkalarındaki evrensel ve yerel deponun içeriğinden geniş ölçüde bihaber oldukları duygusuna kapılmadan edemedim - umarım yanılmışımdır. / Dönemler gelir geçer. Hep öyle olmuştur. Geride pek çok meçhul asker mezarı bırakırlar. 21 Nisan 2011

15 yorum:

  1. Güntan ve benzerleri ne yahu? Kimmiş bu benzerler? Olsa da okusak.. :)

    YanıtlaSil
  2. hepsinin en önemlisi: ...alnına silinmez deneysel damgası vurulan...

    YanıtlaSil
  3. permütasyon sorununa ben eğiliyorum, lys'de çıkıyo her sene, emrah meraba.

    YanıtlaSil
  4. ahmet oktay benzerlerini 5 yıl önce söylüyordu. cut-paste olmuş bir bakıma. enis batur, ahmet oktay, orhan koçak ve benzerleri izleseler de 2000'lerden bihaberler, olanbiteni anlayamıyorlar. şart da değil. "10 yılı kaçırdım/anlamadım" deseler ya da -bu 10 yılı iyi incelediklerini belli edip- "şiirimiz için berbat bir 10 yıl" sonucuna varsalar, şimdiki muğlak bakışlarından, nesnesinden (son 10 yılın şiiri) habersiz genelgeçer laflarından kurtulacaklar hiç değilse. yoksa "son zamanlarda ortaya çıkan genç şair"e ne kadar ihtiyaç varsa, es geçildiğinden tedirgin "tipik yaşlı şair"e de, dönem/kuşak eleştirmenlerine de o kadar yer var. ha, bir de, son olarak, ahmet oktay diliyle söyleyecek olursak: "permutation örneğinin talihsizliğini söylemek bile fazla".

    YanıtlaSil
  5. aramızda permütasyon sorununa eğilen oldu mu? hah, iyi bari liman eğilmiş, bir an çok korktum eğilmeyi unuttuk diye. yerel ve evrensel deponun şilalaylomuna da şinanay olduğumuz duygusuna kapılmadan edemiyorum bazen. sonra geçiyor Allah'a şükür. liman naber?

    YanıtlaSil
  6. "ve benzerleri"nin açıklanmasını talep ediyoruz "biz".

    YanıtlaSil
  7. burada vahim olanı atlamamak gerekiyor: ahmet oktay bundan beş sene önce ömer şişman'ın permütasyonlu şiiri de dahil olmak üzere; "deneysel" diye yaftalanma yolu seçilen şiirlere "mutant" şiir tabirini uygun buyuruyordu. daha sonra bazı aklı evveller ahmet oktay'ın heves ve poetikhars merkezli şiire söylediklerine, olağanca güçleriyle (güçsüzlükleriyle) asıldılar. şimdi de enis batur permütasyonlu şiiri biliyorlar mı, diye sorusuveriyormuş. ula hanginiz gerçeksiniz? permütasyon yapılırken bunlar mutanttı hani.
    madem bunlar mutant değil, enis batur niye permütasyon yapılmışken, hönkürmeye başladı!
    anlaşıldı bunların hafızası da yok. söyleyecek lafları da. yapılmış bir şeye biliyorlar mı diye sormak, "enis batur"u görmemenin cezası olsa gerek(!) bu ceza kabulümüzdür. biz hiç mayınsız tarlada yürümedik ki!

    bi not: bundan iki sene önce cumhuriyet kitapta enis batur değil miydi; franko buskasla, ömer şişman'ı takip ediyorum diyen..
    yani şu meşhur benzerlerden ömer şişmanla, franko diyorum...

    ali özgür özkarcı

    YanıtlaSil
  8. iyilik enesim. ama evrensel deponun bizden haberi var mı. lahmacun kokularının ve ibrahim tatlıseslerinin yükseldiği istanbulun (bu haliyle) artık bambaşka bir duyarlığı yansıttığını yahya cemal süreya yazarken, ben sadece lahmacunu düşünüyorum. Sözgelimi permütasyon derken, sanki 20-30 tane bunun gibi şey var da arasından permütasyonu örnek veriyormuş gibi yapmanın anlamı yok. anadolu çocuğu yemez bunu.

    herkesin 23 nisan bayram hediyenizi iade ederiz. s.a.

    YanıtlaSil
  9. çağın geldiği noktayı anlayabilmek için şu siteyi kısa bir ziyaret yeterli:
    http://www.permugram.org/

    YanıtlaSil
  10. permütasyon ne? ahmet bey, bu arada, mahallede size rastlamayı umarak parçalı ham. yanımda dolaşıyorum. ismail pelit üstünde okuma notlarıyla kitabı getirip bize bıraktı. imza rica etmiş. ben de oğlum için bir tane rica ediyorum. yani iki parçalı ham.'la dolaşıyorum, kasaba falan giderken. umarım rastlaşırız.

    YanıtlaSil
  11. şiirde permütasyona örnek için bkz. http://www.youtube.com/watch?v=Vv5Zwk3RlpA

    YanıtlaSil
  12. "evrensel depo" -bunun üzerinde durulmalı. depo ne içindir? bir hayatiyet bildirmez bu kelime. depoda tutulanlar ya oraya kaldırılmış belli bir zamanı bekliyordur ya da hayatın içinde onlara açılan yer kapanıvermiştir. gerekli değillerdir. kimse ihtiyaç duymuyordur depodakilere. depo “şimdinin dışında” bir mekandır. ilerlemesiz devam eden kendi zamanı vardır. [açılıp kapanabilen bir mezar geliyor aklıma depo denilince]

    [evleri depolayamazsınız. çadırları, prefabrik konutları ise deprem sonrası için bir önlem olarak depoluyorlar. İlginç bir kullanım: “hazırda bekletmek”. yıkılan yapıların yerine koyulacak barınaklar bir depoda gözümüzden, aklımızdan uzak duruyor. bunu aklınızda tutarak ilerleyin]

    müzelerin depoları olduğunu, depolarında sergilediklerinden çok eser "muhafaza" ettiklerini okuduğumda şaşırmıştım. niye depolanır sanat eserleri? depolamak fiilindeki ters şiire şimdi girelim.

    depolanmayacak bir şiirin peşinde olmak sokaktaki, dolmuştaki, ekmeğin sarıldığı gazetedeki bir şiirin peşinde olmak "depolanmış, tedavüle giremeyen bir takım eserlere, bilgilere" gönül indirmeksizin hemen orada, hayatın içinde bekletilemeyen, ertelenemeyen bir şiir kurmak, bugün için deneysellikle ya da donanımsızlıkla yaftalanmak için yeterli görünüyor. sanatın bu kadar “düz”leşmesi, deposuz bir şiirin sanatçılarca benimsenmesi, sanatın algılanması için ille de depoların gerekli olduğunu düşünenler tarafından yanlış değerlendiriliyor. deposuz bir şiir, okuyucunun şimdiki zamanını hesaba katan bir şiir, neden rahatsız edicidir? bu şiir neden gelgeç bir heves olarak görülmeye teşnedir?

    [heves’te, ömer şişman’ın bir şiirini okurken kızım yanıma gelmişti, o da okumuştu. sonra, “baba, bu amca geleceği bitirmiş” demişti. “güzel mi sence bu?”, “güzel çünkü böyle olunca bitmiyor gibi oluyor” kızımın fark edebildiği şey, şimdiki zamana yapışıklıktı. geleceğe doğru gitmeyen; geleceği, geçmişi, bir şimdinin içine çeken şiir algısı, bildiğimiz yaşarken gören/işiten/ bilen insanın gerçekliği, (ezan okununca yerinden kalkan biri gelsin gözünüzün önüne) depoyu, depoları gereksizleştiriyor]

    deposuz bir şiir niye rahatsız eder? kimi rahatsız eder? depoyu gereksiniyor, çünkü bir yıkımın, depremin geleceğine inanıyor. yıkımın ardından ortada kalkmaktan çekiniyor. çünkü sokakta gezmeyen bir şiir, sokakta kalırsa yaşamayacak. öbür tarafta sokaktan eve girmeyen bir şiir var, sokağın kalbi olmak isteyen, parantezi, köşeli parantezi kalp açıklığına, akıl sergilemesine getiren bir şiir var.

    kapalılığı eleştirenlerle apaçıklığı yüzeysel bulanlar arasındaki ilişki şaşırtıcı.

    deposuz şiir, arkasını bir yere dayamıyor, çünkü sırtınızı bir yere yaslayarak yürüyemezsiniz. ilerleyemezsiniz.

    YanıtlaSil
  13. Allahım allahım, tamam Enis Batur'un lafları dandik ama siz de kendinizi yağlamayın bu kadar be... Lütfen.

    YanıtlaSil
  14. hele ömer şişman hiç şişmesin o kim dönem değerlendirmesi kim?
    Elif

    YanıtlaSil
  15. valla haklısın elif. ne yapacaz bu ömer şişman'ı bilmem. bir nevi ercüment çözer. amirime söylesek,o da çaresiz, baksana bu geceki bölümde amirim bile başa çıkamadı ercüment çözer'le. ama üzülme ben cengiz atay'la görüştüm, yarın gece atv'deki finali seyret dedi, enseden vuracakmış ömer'i, şişman ya, kaçarı yok, mutlaka yiyecekmiş kurşunu, finalden sonra beni ara, beraber kutlarız artık kurtuluşumuzu.

    YanıtlaSil