Stéphane Mallarmé’den Harrison Rhodes’a mektup (1896 Nisan ayı):
O Salı akşamlarından birinde, ayda yılda bir, evimde beni teşrif ettiğiniz akşamlardan birinde hatırlar gibiyim, arkadaşlarım kendi aralarında konuşuyor da aniden Arthur Rimbaud adı sızdıydı birkaç sigara dumanının arasından; o muğlaklıkla celb etmemiş değiller merakınızı hani.
Kimin nesi diye soruyorsunuz bu zat: en azından yenilerde toplu halde basılan Cehennemde Bir Mevsim, Illuminations ve Şiirler’iyle son dönem şiir hareketleri üzerinde öyle özel bir etki yaratmış ki bu gönderme yapıldı mı mesela insan susuveriyor, muammalı şey, düşünüyor, ne çok sükut hem hayal ya da tükenmemiş hayranlık dayatır gibi kendini.
Sakın canım ev sahibim benim, sakın sanmayın ki bugünün esaslı yenilikçileri – olur da biri, o müstesna, belki, esrarengiz biçimde, o harika ağabey, Verlaine, kaldırmıştır arşeyi kaldırmasına – az çok derinlemesine etkilenmiş olsunlar, gelişine, Arthur Rimbaud’dan. Ne dizeye tahsis edilmiş, hatta mucize eseri öylece fışkırmış özgürlük eski oyunun nesnel gözlemcisini tanık diye çağıracak en son şiirlerindeki kemküm edişten başka ya da bıraktığı zaman ne olduğu konusunda. Romantizmin taklitçisi ya da pek klasik Parnasse öncesi dünya ile olsa olsa ruhani bir egzotism yüklü denebilecek bir tutkudaki iddialı düzensizliği karşılaştırın da öyle değerlendirin onun en efsunlu tesirini. Parlaklık, onda, göktaşı parlaklığı, varlığından başka fiştekleyicisi olmayan, kendi başına çıkmış, sönüyor. Bu takdire şayan aylak uğramasaydı, aslında edebiyatta hiçbir şey ona hazırlık teşkil etmeyecekmiş gibi tahakkuk edecekti her şey tabii: vakıa-ı şahs baki kalıyor kuvvetle.
Bendeki anılar: daha ziyade benim fikrim, sık sık, bu birisi hakkında; sizin dolaysız lutfunuz karşısında laf olsun diye:
Kendisiyle tanışmadım ama onu gördüm, bir kere, edebiyat yemeklerinden birinde, arada derede, savaşın çıkışıyla yapılan toplantılardan birinde – konuğunun şerefine Verlaine’in verdiği “Adi piçlerin akşam yemeği”nde, tenakuzlu bir söyletiş gayet tabii, portreden ötürü [??]. Adam boylu posluydu, iri yarı, nerdeyse atletik, yüzü sürgün melek yüzü gibi kusursuz bir oval, darmadağınık saçları açık kumral, gözlerinde tekinsiz bir mavilik. Afralı tafralı boy gösteriyor [??] ya da, ekleyeyim, kötü biçimde çamaşırcı halk kızı [??]gibi bir hal, sıcaktan soğuğa geçmekten yara bere tutmuş koca ellerinden anlaşılan. [internetteki metinde “trains” diyor, sanırım “mains” olacak] Yaralar en korkunç işlere girip çıktığını gösterirdi, o eller bir oğlan çocuğunun elleri olsaydı. Öğrendim ki güzel dizeler almışlar kaleme; yayımlanmamışlar; memnuniyetsiz ve sinsi büklümlü dudaklarından okunmadı da hiçbiri.
Comme je descendais des Fleuves impassibles,
Je ne me sentis plus guidé par les haleurs
Des Peaux-rouges criards les avaient pris pour Bibles,
Les ayant cloués nus aux poteaux de couleurs.
et
Plus douce qu'aux enfants la chair des pommes sures,
L'eau verte pénétra ma coque de sapin
Et des taches de vins bleus et des vomissures
Me lava, dispersant gouvernail et grappin.
et
J'ai rêvé la nuit verte aux neiges éblouies,
Baiser montant aux yeux des men avec lenteurs,
La circulation des sèves inouïes,
Et l'éveil jaune et bleu des phosphores chanteurs!
et
Parfois, martyr lassé des pôles et des zones,
La mer dont le sanglot faisait anon roulis doux
Montait vers moi ses fleurs d'ombre aux ventouses jaunes
Et je restais, ainsi qu'une femme à genoux...
et
J'ai vu des archipels sidéraux l Et des ailes Dont la
cieux délirants sont ouverts au vogueur -Est-ce en
ces nuits sacs fond que tondors et t'exiles, Million
d'oiseaux d'or, future Vigueur?
ve mazide olduğu gibi ortaya seriliveren dahiyane bir uyanış [??], işte bu şaheserde; Sarhoş Gemi o zamanlar yazılmıştı, bile: o günün sabahından itibaren ve “dize” denildiği güne kadar ondan fışkıracak ne varsa, hepsi mahfuz kaldı bu yenigelende, Oturmuşlar da, Bit Ayıklayan Kızlar da, İlk Kudas Ayinine Girenler [1] de, o zamandan kalan ya da savruk ve haşmetli bir erişkinlikten kalma. Kamudaki rahatsızlıklardan kurtulan biz ahbapların merakı bu ephebos’u ihmal etti – ki güya 1875’te onyedi yaşında bu dördüncü yolculuğuymuş buraya, önceki seferlerde olduğu gibi, yayan [2] : yo, bir tanesi, Ardennes bölgesindeki memleketi Charleville’den Paris’e doğru, ilk başta bolluk içinde – okul çocuğu retorik derslerinde kazandığı ödülleri satmış da... Çağrılar [??], ama tereddüt de: bir yanda memur emeklisi [ya da asker emeklisi] babasından boşanmış taşra kökenli bir anne, öbür yanda arkadaşlar: Cros kardeşler, müstakbel Forain ve hep karşı konulmazcasına Verlaine: sonuçta bir gelgit; Paris’e gelirken kanalda gemilerde yatıp [??]dönüşte de komüncülerin ya da federelerin karakollarına düşmek pahasına. Koca çocuk beceriksizce partinin bir militanıymış da başı derde girmiş numarası yapmış ve iyi kalpli örgüte kendisi için para toplamayı ilham etmiş. Ufak tefek olaylar, sıradan şeyler, üstelik edebiyat için kendini paralayan bir tek insana özgü; sıralarda, kütüphanelerde uzun çalışma saatlerinden sonra, bu kez de zamansız, yoğun bir ifade gücü ele geçirmiş ve duyulmadık konulara dalmış – “yeni duyumlar” diyordu ısrarla “bilinmedik duyumlar” peşindeydi artık ve bunlarla şehirlerin adi hayal pazarında tanıştığı için övünüyordu: ama bu pazardı bir akşam genç şeytana devasa ve yapay bir tür sanrı bahşeden. Sanrının devamı ayyaşlık illa.
Anektodun bini bir para, bir hayatın bağları kopunca [??] bunlardan bazıları gazetelere düştü; vahşilerin incik boncuğu gibi art arda dizip bir zenci krala kolye yapar gibi bu ayrıntıları, yüzde birini, yansıtmak neye yarar sonradan şairi meçhul bir kabilede şaka yollu temsil etmekten başka? [??] .... [Bir cümle atladım, çünkü anlamadım] Bununla birlikte hayran olduğunuz bu kişiliği bir bütün halinde ilk kez hatırlamama sorunuzla yardımcı olduğunuz için teşekkür ederken, canım dostum, istisna olarak bir tane küçük hikayeyi hatırlatayım bana Théodore de Banville’in gülümseyerek nefis anlattığı. Üstadın iyiliği yardımseverdi [??]. Bir gün kendisine gelmiş “bizimkilerden biri” olarak [cümlenin öznesi “Rimbaud” tabii]. “Yüksek sanat yapmak için” diye de açıklamış bir jargonla. Bunun üstüne Banville de bunu yapabilmek için yetenekten de önce yatacak bir oda gerekir diye düşünüp ona Buci Sokağı’ndaki evinin çatısı altında bir tane kiralamış: aksesuar olarak da bir masa, mürekkep ve kalemler, kağıt, ayakta ya da sandalyede değilken görülecek rüyalar için bir de beyaz yatak. Gezgin delikanlı oraya yerleşmiş: ama, düzenli hayırseverin şaşkınlığını düşünün, yemek kokularıyla içavluda akşam yemeği için toplanıldığı saatte haykırmalar duyulmuş her kattan ve bakmışlar ki çatıkatının penceresinde birisi çırılçıplak damdaki kiremitleri deli gibi dağıtıyor, aşağı atıyor [...]: ve [Banville] bu (sonuçta) “mitolojik” kılık karşısında telaşa kapılınca Arthur Rimbaud Exilés’nin şairine şöyle yanıt vermiş: “Bu kadar temiz, bakire bir odada kalamam ben bitli paçavralarımla!” Herhalde [Banville de] bu gözlemdeki haklılığı takdir etmiş ve kendini basiretsizlikle suçlamıştır. [...] ve akşam yemeğine [Rimbaud’yu] davet etmiş, ne de olsa yalnızca yatacak yer ve giyecek kılık kıyafet değil, yemek de lazım üstün şiirler yazmak için...
Paris’in itibarı azalınca, öbür yandan Verlaine’in karısıyla arasında iyiden iyiye baş gösteren anlaşmazlıklar ve herhalde komünün mütevazı hizmetkârı olarak birkaç kovuşturmadan ileri gelen korku da Rimbaud’yu Londra’yı ziyarete mecbur etmiş. Bu ikili orada sefih bir bedbahtlık hayatı yaşadılar, serbest kömürün kokusunu ciğerlerine doldura doldura [??], mütekabiliyetle mest. Fransa’dan bir mektup kaçaklardan birini affediyor ve geri çağırıyordu, arkadaşından ayrılması koşuluyla. [Elbette Verlaine’in] Genç karısı randevuya annesi ve kaynanasıyla gelmiş, barışacakları beklentisindeydi. Mösyö Berrichon’un mükemmelen temsil ettiği anlatıya inanıyorum: yürek dağlayan bir sahne, çünkü kahramanlarından biri yaralı öbürü sayıklıyor, iki tane perişan şair. [yani karısıyla buluşmaya Verlaine Rimbaud’yla gelmiş...] Kadınlar yalvar yakar olmuş, Verlaine arkadaşından ayrılmış; onu bir ara bir otel odasının kapısında görmüş, onunla olmak için kollarına atılmış, taşkalpli paylamalarına kulaklarını tıkamış [??] ve o ise [yani Rimbaud] ilişkilerinin kesin olarak bittiğine yemin etmiş. [Rimbaud] Beş parasız, oysa daha Brüksel’de, memleketine [??] dönmek için bir para yardımı bekliyor. Bunları kabul etmeyen Verlaine’in gözü donmuş, bir silah çıkarıp karşısında kayıtsız duran gence ateş etmiş ve sonra gözyaşları içinde ayaklarının dibine yıkılmış.
Denildiğine göre bütün bunlar aile arasında da kalmamış – söyleyecektim ben de –, nitekim Rimbaud başını alıp gitmek niyetiyle sargılı sargılı hastaneden sokaklara dönünce bir kurşun daha yemiş bu kez uluorta, kefaretini de yavuklusu ödemiş iki yıl Mons hapisanesi’nde. Bu feci olaydan sonra [Rimbaud] yapayalnız kaldığından, bilmeceyi çözecek hiçbir ipucu kalmıyor elbette geri dönüşsüzce girdiği ama ilginç olan bu bunalımda – ne de olsa artık bununla her türlü edebiyatı bırakıyor: dostu da yok, ne yazı var. Ya hayranı? [3] 1875’ten önce İngiltere’ye dönmüş olmalı, neden? Pek önemi yok. Ordan Almanya’ya geçmiş çünkü eğitim alanında iş bulmuş ve başka dillere yetenekli, ne de olsa hem yetenekli hem de kendi dilinde her türlü taşkınlığa çevirdiğinden dolayı yabancı dilleri öğrenmiş tek tek; derken İtalya’ya varmış, Saint-Gothard’a kadar demiryolu, sonra Alpleri yayan aşıp. Birkaç ay kaldıktan sonra Kyklades’te bitiyor, derken güneş çarpması sonucu resmi olarak yurduna geri gönderiliyor. Ortadoğu’dan [4] bir esinti de burnuna gelmemiş değil arada.
Gizemli tarihe geldik, kendi ya da başkalarının hatası yüzünden hülyaları reddeden ve hayattayken şiire çalışan birinin sonradan yeniliği uzakta, çok uzakta bulabileceğine kaniysek doğal da bu durum. Unutmak çölü de aşar denizi de aşar...
[1] Şiirin bilinen adı İlk Kudas Ayinleri. Ya Mallarmé yanılıyor, ya da internet sitesi yanılıyor, ya da şiirin adı eskiden İlk Kudas Ayinine Girenler’miş... [2] Tarihler birbirine giriyor: 1875’te Rimbaud 17 değil 21 yaşında, Paris’e dördüncü gelişi değil, sanırım ikinci... [3] Fransızcası: “Des fans?” Çeviriden emin değilim çünkü “fan” sözcüğü İngilizceden Fransızca 1920’lerde geçmiş. Ama başka ne olabilir anlamı bilmiyorum... [4] Levant.
ÖMER AYGÜN'ÜN ÇEVİRİSİ.
[ Mecburen Mallarmé’nin söz konusunu mektubunu bölük pörçük bir internet sitesinden çeviriyorum aşağıya. Linki şu. Üslubu yakından izlemediğim gibi şiir alıntılarını da çevirmiyorum (hepsi “Sarhoş Gemi”den dörtlükler), çok doğru çevirmiyor da olabilirim, “ütülüyor” olabilirim, yorulduğumdan dolayı son 4-5 paragrafı da çevirmedim, yer yer de atladım, rahat rahat çeviriyorum... Sonuçta fransızca metni az çok izlenebilir kılmaya çalışıyorum. Ö.A.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder