* Sosyalist iken giderek kendisini "Müslüman" ve giderek "İslamcı" olarak tanımlayan "sadece" şair İsmet Özel, İslamcılığının, 200 yıllık İslamcılığa değil, 1.400 küsur yıllık İslam'a bağlı olanlarca "iplenmediğini" anlayınca Ayasofya Kompleksi'ne düşerek nihayet kendine dönebilmiş.
Bundan daha güzel bir haber olabilir mi? Olamaz, çünkü "kendine dönmek" bir rahimde yeniden "olmaya" niyetlenmek, ateşi dünyevi düşüncelerden ve iktidar hırsından oluşan fırında yeniden pişmek demektir. Şairi can-ı gönülden tebrik ediyorum. Buraya kadar her şey normal mi? Normal!
* Kitaplık dergisinin 64.(Eylül 2003) sayısında, taa başlarda bir yazı: "İsmet Özel, Sevdiği oyun: Kuka, Sevmediği oyun: Saklambaç, İmza: Ahmet Güntan)
Ahmet Güntan yazısında "muti bir mürit" (ya da havari) olarak şeyhinin valsinden hikmetler üretiyor. Bu anormal mi? Hayır, bu da normal! Bir mürit şeyhi adına üstüne düşeni elbette yapmalıdır.
- Ahmet Güntan'ın yazısındaki birinci dipnotta şu cümleler de yer alıyor: "Milli Gazete'yi İsmet Özel'i okumak için internetten takip edenler bilir, solda yazarların isimlerini sıralayan bir sütun vardır. O sütunda bir gün İsmet Özel isminin biraz üstünde üçkağıtçı din bilgini Harun Yahya'nın ismini görünce çüş artık diye düşünmüştüm, İsmet Özel'e bu yapılır mı?"
Bu normal mi? Hayır, bu anormal. Nedenlerini sıralayalım:
1- Ahmet Güntan, Milli Gazete'yi küçümsüyor: Milli Gazete'yi değil, İsmet Özel'i okumak için! Milli Gazete'yi alanlar değil, Milli Gazete'yi internetten takip edenler!
2- Ahmet Güntan, müritlik konumundan olsa gerek şeyhinin niçin Milli Gazete'de yazdığını soramıyor, onun isminin üstünde önemli bir ismin yer almamasını yazması için yeterli görüyor.
3- Ahmet Güntan, bir gün Milli Gazete'ye (herhalde internetten) bakıyor ki, İsmet Özel'in isminin biraz üstünde üçkağıtçı din bilgini Harun Yahya'nın ismi... Hemen tepkisini patlatıyor: "Çüş artık diye düşünmüştüm...".
Bu üç hususun üstünde biraz duralım:
1- Milli Gazete'yi okumamak, onu küçümseme hakkını kazandırmaz. Sonuçta Milli Gazete de son kırk yılda çıkan yüzlerce gazeteden bir gazetedir. Çıkış amacı, muhatap kitlesi, vs., vs. bellidir. Bunları olumlayıp gazeteyi alırsınız ya da olumlamaz almazsınız. Ancak küçümseyemez, "şahsi" olarak küçümsüyorsanız bile bunu sonuçta kendinizi küçültecek bir belgeye dönüştürmemek için çoğunluk önünde açıklamazsınız. Çünkü kuraldır, silen silinir, küçülten küçülür.
2- İsmet Özel Milli Gazete'de yazmaya ne zaman başladı, kaç zaman yazdı, bilmiyorum. Yazar ya, elbette bir yerlerde yazacaktır. Yazma eylemini yazara dönük bir hesap sorma konusu yapamayacağımız gibi, yazarın orada yazışını da bir "lütuf" gibi değerlendiremeyiz. Ahmet Güntan da gün gelir Star gazetesinde yazar mı yazar, bununla Star'a bir bağışta bulunmuş olmaz sadece yazar ya yazar, işte o kadar (kafiye için bağışlayınız). "Netekim" İsmet Özel de dün Milli Gazete'de yazıyormuş, bugün yazmıyormuş. Yazması ne kadar doğalsa yazmaması da o kadar doğaldır. Ayrıca dün İsmet Özel'li Milli Gazete nasıl bir gazeteyse, bugün de İsmet Özel'siz bir Milli Gazete aynı Milli Gazete'dir. Tavşan küser dağ duymaz ya da tavşan gider dağ kalır hikayesi...
3- Ahmet Güntan, Cumhuriyet gazetesinin mantık ve söylemini kullanarak "Harun Yahya"yı hem de "din" tanımlı olarak bir çırpıda harcayıveriyor.
Harun Yahya'yı tanımıyorum. Ahmet Güntan'ın elindeki bilgi ve belgelere sahip bulunmadığım için Harun Yahya'nın "üçkağıtçı din bilgini" olup olmadığından da habersizim. Sadece, "Münafıklar size bir haber getirdiklerinde..." hükmünün muhatabı bulunduğumdan Ahmet Güntan'ın yargısının ve ayrıca "din bilgini" tanımlamasının, din bilginlerinin üçkağıtçı olanlar, olmayanlar şeklinde kategorize edilmesinin Amerika destekli 28 Şubat'çılara mahsus (ve kanıksanmış) bir "ahlak" olduğunu bildiğimden ihtiyatla bakmak zorundayım. Sanırım sağduyuya sahip herkes aynı şekilde bakacaktır.
Gelelim Ahmet Güntan'la ilgili bir başka hususa:
Yukarıda Kitap-lık'taki yazısını konu edindiğimiz Ahmet Güntan'la, Haziran 2003'te Yapı Kredi Yayınları arasından çıkan "Esrârîler 2000/2001" kitabının yazarı aynı kişi midir? Eğer ayrıysa bir diyeceğim yok, ancak aynıysa "yandı gülüm keten helva"! O zaman birinci Ahmet Güntan'a ikinci Ahmet Güntan'ın "seveni" olarak derim ki: "üç kerre çüşş"!
Ömer Lekesiz / Hece / Ekim 2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder