Kaldığım yere eklemek için birkaç cümle ile başlamak istiyorum: İktidar bugün herkesin her şeyi konuştuğu orta malı bir demokraside demiştim, yani aşırı çoğalmadan dolayı değerini yitirmiş sözde, rabarbada, televizyonda, medyada, sosyal medyada.
Bülent Usta’nın Birgün’de yazdığı gibi gizli maddeyi yok eden bir durum var, “Şaşırmama hastalığı” salgın bir hastalık gibi, bütün topluma yayılmış durumda.
İnternette ise bunun en güncel, en mükemmel, en özet örnek aygıtı Ekşi Sözlük, karşı olduğum sanılmasın, hergün okuyorum, başlangıçta çok güzel bir idealdi, hâlâ şaşırtacak kadar tıkır tıkır işleyen zekice bir makine, sözün değerini yükseltmek için yola çıktı, ama çokluk [redundancy] her şeyi bozduğu gibi onu da bozuyor, sözün taşaklarını alıyor, orada sarfedilen söz değerini altına girilen ikinci-değilse üçüncü bir sözle anında kaybedebiliyor, makine mesajı yiyor, medium eats the message [1]. İmleci Ekşi Sözlük logosunun üstüne getirdiğinizde açılan pencerede Frank Zappa’dan güçlü sözden korkmamamız gerektiği anlamındaki alıntı, bana artık orada geçersiz geliyor, çünkü güçlü söz o ortamda yaşamıyor, ölüyor, bir avare kasnak gibi döndükçe dönüyor.
Bu sözleri konuşan, söz alanlar için ediyorum. Yoksa konuşmayan, söz almayan büyük bir kitle var. Şiir o kitleye doğru gitseydi, Twitter’a yazmak yerine şairler her gün ellerinde ucuz kağıda basılı ayrı bir şiirle o konuşmayan kitlenin arasına dalsaydı, bu nasıl bir cehd olurdu, konuşmayan susan kitlenin canlı Twitter’ı olma cehdi, kahvelerde evde televizyon seyreden halka söylenen şiir, anında cevap veren söz, suyu o zaman tersine çevirebilir miydik? Bu 70’lerin rüyasıydı, zaman zaman gerçek olduğu da oldu, ama o zaman televizyon yoktu, gazeteler sayılıydı, reklam azdı, bu kadar tabela bu kadar haberleşme yoktu, diziler yoktu, halkın hafızası daha özgürdü, hatta halkın hafızası vardı, şimdi var mı? Biz, şimdi, bugünden konuşalım, İsmet Özel’in bile şiirlerini yayımlamak için interneti seçtiği günlerden, konuşmayan kitle de bu toplam iletişimin içinde bugün, susuyor, o başka, ama içinde. Mesut Bostan’ın güzel kişileştirmesiyle köşedeki turşucu amca Ekşi Sözlük’te değil, ama oğlu muhtemelen Facebook’ta, turşucu amca da akşamları önce haberlerde siyasilerin internete düşen seks kasetleri haberini sonra Leyla ve Mecnun’u seyrediyor. 10 yıllık bir Ekşi Sözlük eğitimi olmasaydı, Leyla ve Mecnun dizisi olabilir miydi?
Teknolojiye karşı değilim, ama ara sıra bütün iletişim hatlarının koptuğu bir 2 Sene Mektep Tatili [2] hayal ettiğim olur, ne güzel olurdu, an’a dönerdik. Ben medya ve internet aracılığıyla gerçekleşen bu iletişim bayramına karşı zihnen çok direndim, herkesin anında fikrini söylediği bir platformu ( kim bana ne sıfatı takarsa taksın ) özgürlük değil, esaret olarak görüyorum [3] , gladyatör düzeni. Bakın Mısır’da bir 12 Eylül düzeni kuruldu - nerede o özgürlükçüler, bunu tweet eden var mı?
İhtiyaç fazlası bu kadar kanaat tarafından iğdiş edilmiş bir çoğunluk bundan nasıl kurtulacak, bunu ben bilemem, bu siyasetin sorusu, ben yalnızca kendi adıma, şu anda bir çıkış yolunu ortalıkta göremediğimi söyleyebilirim. Uzun süre de görünecek gibi değil. Herkesin her konuda sanki birazdan CNN’den arayıp soracaklarmış gibi hazırlıklı olduğu bir kanaatler toplumunda yeni fikirler nasıl yeşerecek, bu aşırı özgürleşmenin sonunda, halk için bir alçalma-bir böcekleşme dönemi gelebilir, bu bir buyurgan rejimi davet eder mi, du bakalım, göreceğiz.
Bu bir devrim, değişeceğiz, değişiyoruz, bunun geri dönüşü yok, bugün bizi rahatsız eden bir sürü şey birer çocukluk hastalığı olarak zamanla düzelecek, sonra yeni sorunlar ortaya çıkacak, sonra onlar da düzelecek, kriz hiç bitmeyecek, ama durun bu olmadı-geri dönelim diye bir şey olmayacak, bunu boşuna beklemeyelim. Belki Marduk çarpar, o başka. Nasıl sanayi devriminin başlangıcında ciğer hastalıkları devrimin çocukluk hastalığı idiyse, belki de şimdi gözü bozuk bir kuşak yetişiyor, sosyalleşmenin azaldığı söyleniyor, Alone Together devri, hafızanın depolama alışkanlıkları değişiyor, vb. Peki, her şeyi bilen-düzeyli tartışmaların adamları, ağırbaşlı rönesans aydınları ne yapacak? Bakın, mesela, bu sorunun cevabı için erken bir ipucunu, 90 doğumlu şair Orkun Elmacıgil’in tweet’inde görebiliriz: Edebiyat çevreleri ibne kılıklıdır. Ne o? Ürktünüz değil mi? Düzeye davet artık geçerli bir çağrı değil, İngilizce deyimiyle none issue, yani konu bile değil, ne yani şimdi Orkun’a kızıp, herkesin değil ama yalnızca bazılarımızın konuştuğu dönemi mi özleyeceğiz? Hayır, Orkun hepimizin "ibne " [hatta ibneliğin illâ kötü bir şey] olmadığını öğrenecek, bu daha güzel olur.
Bunları niye kendime soruyor, niye bunları tartışıyorum? İki sebepten:
1. Çünkü şiirde, şu anda, [görsel şiir hariç] yeni fikirlerin taşıyıcısı hâlâ matbu dergiler, ama dergilerin muhavere/söyleşme görevi internete geçmiş durumda, benim işaret etmek istediğim bu, bir kitap ya da şiir yayımlandığı zaman o şiir etrafındaki muhavere dergilerden çok Twitter’da, Facebook’ta, bloglarda oluşuyor, şiirin uğultusunu internet taşıyor, birbirimize güzellemeleri de birbirimizle kavgaları da internette yapıyoruz. Bir dergi çıkıyor, o dergi hakkında söyleyecek şeyi olan, bu düşüncelerini dergiyi okuduktan hemen sonra hiç beklemeden internete koyuyor. Bunun geri dönüşü yok, anındalık artık vazgeçemeyeceğimiz bir şey.
2. Madem internette yazıyoruz, söyleşiyoruz, yanı başımızda yepyeni bir yazma biçimi doğduğunun farkında mıyız? Şimdi küçümsüyoruz, belki çoğumuz bu yazma biçiminin karşısında has şiir geleneğini sığınak olarak görüyor, ama bunun da geri dönüşü yok, esas has şiir geleneğinin [ esas büyük anlamlı şiir geleneğinin ] yeni duruma yeni cevaplar bulmak olduğunu hatırlıyor muyuz? Ne demişti Ezra Pound? Make it new! Niye demişti? Hem onun gelenekte gözü herkesten daha fazlaydı.
[1] McLuhan’ın Medium is the message önermesini ( bir cesaret ) böyle güncelleştirdim. Bu, McLuhan’ı yanlışlamıyor tabii, iğdiş mesaj da ( mantıken ] yine mecraından ayrı düşünülemiyor.
[2] Jules Verne
[3] Formspring nedir bir düşünün, Hadi bana soru sorun nasıl bir güdüdür?
kanaatler toplumuna karşı yeni fikrin ne? "böceklik kabusunu bir hidayet öyküsüyle sonlandır." haliyle adsız oluyoruz.
YanıtlaSilNiye "haliyle adsız" oluyorsunuz? Olmamak elinizde.
YanıtlaSilşiirin toplumla ilişkisi üzerine beni düşündüren bir hikaye var, ilhan durusel'in hala üzerine düşünüyorum, yazmaya çalışıyorum. okumadıysanız okuyun isterim: "şiiri kurtaran adam: metin kurt"
YanıtlaSiladsızlık konusuna gelince. yüzlerce yıl önce yaşayan bir şair vardı, adı "anonim", günümüzde bu şairin kılık, işlev değiştirerek ortaya çıkışı söz konusu, anonimleşmek, adsız olmak bir tür özgürlük sağlıyor olmalı. belki de sorumsuzluk. ben adsız yazarları, şairleri bekliyorum asıl, filozofları. yüz yıl sonra bugünlere bakıldığında önemli bir şiirin, hikayenin, romanın bir "adsız" tarafından yazıldığını söyleyecekler. işte o zaman edebiyatla halk arasındaki mesafe bütünüyle kapanacak. adsız, halktan biri. halk kim? adsızların yuvası.
internet helva gibi örgütlenme mekanı. çatalın tersiyle de vursan dağılıp gidiyor. misal 15 mayıs'ta taksimde onbinlerce adam toplanabilir. bir hak talebi dile getirilebilir. ama süresi, etkisi çok kısa olacak. hafızası zayıf. şu yazdığım iki kelam da bu blog unutulunca veya kapatılınca yitip gidecek. kopyası olmayacak. memento'daki adam gibi. her an 10 dakikada bir uyanıp bir akışa kapılıp haldır huldur koşmak. şiirden beklenti hafıza ise bu kısa süreli hafızaya karşı mücadele şimdilik kolay görünmüyor. aslında cesaretini bu geçicilikten alıyor. ne de olsa mediumun, ortalığın kalabalığında kaybolup gidecek.
YanıtlaSilinternet küçük bir çocuk gibi. bir an ağlayıp evi başına yıkarken, iki saniye sonra hoplayıp zıplamaya devam ediyor. bildiğim kadarıyla haşarı çocukla mücadele etmenin henüz bir tecrübesi yok. çocuğun büyümesini olgunlaşması falan beklemek gerek.
ilhan durusel'in hikayesini buldum, ismail. ilgilenenler için: kitap-lık ocak 2010. durusel tanıdığım bir yazar değil. ciddi yazıyor desem tam ciddi değil, ironik desem ondan da tam emin olamadım. şairin toplumdaki yerini tiye alıyor diyelim. ama artık varolmayan bir konumu tiye alıyor. sanki. haklı da. ama işte bitmiş. bitmiş bir çokbilmişliği eleştiriyor. bilmem. kafam karıştı. niye yazılmış o hikaye? bunu anlayamadım. ama hikayenin sonunda güzel bir soru soruyor: "en iyi şiir, şairinin en çok sevdiği şiir midir, okurun şaire en yakıştırdığı şiir mi, yoksa şiir yarışmalarına jüri üyelerinin beğenileri göz önünde bulundurularak gönderilen şiir mi?"
YanıtlaSilben daha çok sözünü ettiğin adsızlığa gelmek istiyorum. herkesten daha fazla "iz bırakmak" sevdalısı bir sürü şair gördüm, iktidara - iz bırakmaya - bir ad bırakmaya karşı mücadele yürüttüklerini söylüyorlardı. benim şiirde de edebiyatta da, ister adsız olsun, ister adlı olsun, ölçütüm samimiyet. senin benim değil, metnin samimiyeti. esas bu, samimiyet en çok metinden anlaşılır. metinde samimiyet çürük yumurta gibidir çünkü, hemen tanırsın. çürük mü? çürük. aşk gibi. aşk mı? aşk. samimi mi? samimi. bu kadar çabuk ve basit oluyor samimiyetle karşılaşma. zu[kovsky] da şiirde tekniği, samimiyetin testi olarak görüyor. hemen sarkar çünkü. samimiyet varsa, hadi daha romantik bir şey söyleyeyim, kalpten kalbe bir şey iletiliyorsa, o zaman yazarın adı olmuş-olmamış/adı kalmış-kalmamış ne farkeder. iki gündür senin "yoksul metin"i okuyorum. işte bak o samimi bir metin. iktidara talip olmayan şey, samimiyettir esas. sende bu var, o kadar var ki bak kapattığın bloğunda okuyucuların seni arayıp duruyor, neredesin diye... hazır ben seni burada yakalamışken, ben de senden rica ediyorum, aç bloğunu, kendini ortaya koymaktan, bir ismin olmasından çekinme, biz yazarları şer olana karşı koruyan tek şey var, o da yazdıklarımız.
"biz yazarları şer olana karşı koruyan tek şey var, o da yazdıklarımız. "
YanıtlaSilYaşadığımız süreç içerisinde bazen "erkekler hapishanesinde" olmaya gerek yok.Tepkisiz kalıp, okurumuza güvenerek yazmaya devam etmek için. Ben yozlaşan toplumda etrafımda şeffaf duvarlar görebiliyorum.Kaldı ki ailem lise bittikten çok sonra duydu yazdığım şiirleri, sanki bir günahmış gibi sakladım şiirlerimi...Şiirlerim yasak şeyler içeriyordu(!).aşk, kavga sevda...Yasaktı küçüklüğümüzde böyle şeyler.
Ve biraz halkası büyüdü mü ne?diyorum kendi kendime.Büyüdü biraz.Ama baskılarımız etrafımızda, sosyal statüde bulunduğumuz konum "özgür yazılarımızı" kısıtlıyor. Bir mahlası getiriyor beraberinde.
Ve burdan uzandıracağım bir diğer şey; evet o şey mahlas!Kullanıcı adı, nick! Maskeli kahraman gibisiniz!Yazılarınız birer cesaret abidesi oluyor, alıyor başını gidiyor.Sonra isim yapan kullanıcı adı (adsızlıktan öte). Zaten zorro, batman gibi kahramanları maskeleri "kahraman" yapıyordu.Maskeleri kimliklerini gizlediğinden olabilecekleri kahramanı rahatlıkla olabiliyorlar.
Sanal alemin rahatlığı da burda!Bir kullanıcı adı seçersin, bir mahlas; yazarsın gücünle kuvvetinle...Anonimleşmeye verilen meyveler...
Ve her şeyin özünde; dediğiniz gibi , hepsi bir kenara, istenilen asıl şey "samimiyet"...maskeli - maskesiz...
Serat İfkol (bir mahlasda benden)
Sözü makineye yedirmeyebiliriz gibi geliyor bana. Ekşisözlük söze değer katmıştır, katmaya da devam ediyor; hatta sözün makineye yahut internete yenilmeyebileceğini bize göstermiştir diye düşünüyorum, bunu düşünürken de yazınızda da değindiğiniz kutsayıcı, tutucu bir edebiyatsever tavrıyla yaklaşmıyorum meseleye. Yani demek istedim, edebiyat kutsaldır, şiir çok değerlidir, yücedir, o yüzden internete yenilmez demek istemiyorum. Bu şekilde düşünen zihinleri ikinci sınıf edebiyat-şiir sitelerinde, bloglarda, Facebook gibi mecralarda görmek mümkün.
YanıtlaSilYol çatallaşıyor aslında, bunu görmeye ne dersiniz? Tek bir yol yok internet ve edebiyata baktığımızda göreceğimiz. Burada büyük bir yanılgı içine düşüyoruz. Fikrimi şöyle biraz açabilirim belki: klasik algımızda, işte bir tarafta merkez dergiler vardır, diğer yanda taşra dergileri, beri yanda taşra dergilerinin kalitesizi, öbür yanda daha sahicisi. Sonra güzel kitaplar bastığını bildiğimiz itibarlı, prestijli yayınevleri vardır, butik yayınevleri, ucuz-ikinci sınıf yayınevleri vardır ve kendi kitabı basan öğretmen/matbaacı şairler vardır. Bu manzarayı edebiyatla az çok ilgili okur olsun yazar olsun herkes bilir. Elimizdeki dürbünü bu manzaradan internet mecrasına çevirdiğimizde, sanki o kendi kitaplarını basan ucuz şairlerin, her yazdığını şaheser sayan liseli veletlerin dünyasına bakacakmışız gibi bir önyargıya kapılıyoruz. Ve bu önyargı gözümüze bir perde gibi iniyor da gördüğümüz her şeyi böyle sanıyoruz, böyle sayıyoruz. Matbu dünyada gördüğümüz, saygı duyduğumuz, dergilerin, kitapların, yazarların internet üzerinde de bir şekilde bulunabileceğine ihtimal vermiyoruz.
Yol çatallaşıyor dediğim tam da bu. Şimdi bu bir yoldur, evet, internetin çöplük tarafı vardır, internetin bu kendi kitabını basan öğretmen-şairlerin zihniyetini taşıyan bir tarafı vardır. Bunlar da nedir mesela, hiç söylemeye çekinmeye gerek yok, antoloji.com'dur, edebiyatdefteri.com'dur, blogcu.com'dan alınan binlerce blogdur. Sırf bunlara bakılarak internet ve edebiyat üzerinden yorumlara gitmek en basit benzetmeyle bizi matbaaya karşı çıkan elyazmacılarına benzetiyor. Bu ve önceki yazınız meseleye farklı bir pencereden bakmak açısında gayet önemli. İnşallah insanlara ulaşır da internet-edebiyat algısı, bilhassa edebi çevrelerde, biraz olsun değişir.
samimiyet için düşüncenin ama düşüncenin ciğere inmesi demiş oğuz atay kanserini öyle anlatmış.ben yeni duydum daha doğru bişey de duymadım. sessiz yığın sevmekse acaip bişey troçkistin işçi seveni-grev çadırında bi saatte nefret getirenini gördüm- seyyahın hindu seveni eskinin şarkiyatçısı gibi bunda bazen safiyet olsa da samimiyet olamaz düşünce yok. FF lik (fikir fahişeliği)de düşülen bi yoldur neticede niye çok kızılsın? fahişelik o da insanın içine işler hem halktan başka çıkar yoksa hem halk tatildeyse bi onu bi onu durup durup yanıyanına söyleyenler yüzünden genç yaşta o yola düşersin fahişelik içe işler.ben de ikide bir de bu samimiyet deyip duranlar yüzünden artık her bi taraftan şahıslarımıza yönelen bu insan sarraflığından çok korkmuşumdur,onu desen ne bunu desen ne herşey bir gözetleme olup çıktı. bizim toplumuzuzda benim gibi korkmuşların sayısı çoktur. Adsız olmak iyidir kötüdür değil, olunur haliyle.
YanıtlaSilİnternetin gücü konusunda söylediklerinize katılıyorum ama basılı yayınların da hala önemli bir itibarı var. Ekşi Sözlük, mesela, birkaç sene önce bir dergi çıkarma girişiminde bulunmuştu. Ekşi adında bir dergiydi bu ve Ekşi Sözlük yazarları -kendi nickleriyle- yazıyordu. Aynı sitedeki gibi sırf geyik olsun diye yazılmış bir sürü yazının yanı sıra daha "ciddi" yazılar da vardı. Kısacası, sitedeki -ve genel olarak internetteki- dili ve atmosferi basılı medyaya taşıma çabasıydı bu. Kısa sürede battı bu proje tabii. Bunun üzerine düşünmek gerekiyor bence. Yani internetteki önemli bir sitenin kendini basılı medyanın alanına da taşımaya çalışması, milyonlarca takipçisine rağmen, hala kendini kitap ve dergiye göre daha aşağı bir konumda gördüğünü, dergi çıkararak kendine bir meşruiyet ve itibar kazandırmaya çalıştığını gösteriyordu bence. Kitap, dergi, gazete hala internetten daha itibarlı ve uzun süre de öyle kalacaklar gibi. Dahası kendini internette var etmiş "yazarlar" da bunun farkında gibi. Ekşi Sözlük'ten birkaç kişinin kitap çıkardığını da gördüm geçenlerde. Ünlü "author" nickli yazar mesela. Ama bu sefer "gerçek" isimlerini kullanıyorlar. Kitapların üstüne nick yazdırılmıyor tabii. Ama arka kapak yazılarında internetteki şöhretten de faydalanıyorlar. Bunların internetteki dili, üslubu kitaplarına taşımaya çalıştıklarını da söylemeye gerek yok.
YanıtlaSil